Tahir Bey'in Çırpıcı Hadisesi

Tahir Bey'in Çırpıcı Hadisesi

TAHİR BEY'İN ÇIRPICI HADİSESİ

Tahir”in ikinci vak’ası Çırpıcı hadisesidir.  Bundan evvel kabadayıları üç kısım üzere tasnif etmiştik.  Külhanbeyleri, tulumbacı kabadayıları, efendi kabadayılar. Çırpıcı, vak’ası   Tahir’le  tulumbacı kabadayılar arasında vuku buldu.

 İstanbul halkı, baharın kısalığından istifade etmek fırsatını kaçırmamak için  mesirelere koşarlar. Şehrin bütün etrafındaki membalar, korular, çayırlar insanla dolar.  O zamanlarda Çırpıcı, Veli efendi  çayırlarına rağbet fazla idi. Evde yemekler hazırlanır, arabalarla  gidilir, akşama kadar kalınırdı.  Bu çayırlarda çadır kurup, sazı ile, sözü ile bir hafta eğlenenler de olurdu.

 Bir gün Tahir’le Suyolcu Mehmet Pehlivan Çırpıcı’ya  gitmeye karar verirler. Temiz bir araba getirtirler, yola çıkarlar.  Çayıra yaklaştıkları esnada  yanlarından her birinde dörder tulumbacı bulunan iki araba geçer.

 Tahir’le Suyolcu Mehmed”in  bindikleri arabanın arabacısı ile bu sekiz  tulumbacı arasında bir vak’a  geçmiş olacak ki sekiz kabadayı, arabacıyı görünce küfrettiler. Arabacı:

 -  Babandır!

 Cevabını yapıştırır.

 - Vay kerata! Bir de cevap veriyorsun. İn ulan aşağı.

 -  Neye inecekmişim? Size bir laf ettim mi ben?

 - Edemezsin ki... Senin kırdığın ceviz bini aştı.

 - Ne yapmışım?

 -  Rasim”in  dostunu sokakta çeviren sen değil misin?

 -  Zorla çevirmedim ya... Karı kendiliğinden geldi.

 -  Senin dinini imanını...

 -  Senin dinini imanını...

 -  Ağzınızı toplayın... Müşterim olmasa ben size dine  imana küfretmeyi gösterirdim.

 Tulumbacılar, arabacılarına:

 -  Dur!

 Derler, arabadan atlarlar, arabacıya hücum ederler. Herifi oturduğu yerden yaka paça aşağı alırlar, sille tokat girişirler.

 Tahir’le Suyolcu Mehmet:

 - Yahu! Ne yapıyorsunuz? Ayıptır... Bırakın şu adamı...

Aranızda bir geçmiş varsa sonra  halledin.

 Diye müdahale etmek isterlerse de dinleyen olmaz.

 Arabacı sekiz kişinin dayağına tahammül edemez.

 - Can kurtaran yok mu?  Adam öldürüyorlar...

 Diye bağırmağa başlar.  Suyolcu Mehmet:

 -  Etmeyin ağalar... Adamcağızı öldüreceksiniz.

 Tahir:

 -  Arkadaşlar! Yeter artık!

 Diye müdahale ederler, fakat tulumbacılar  dayağa  fasıla vermezler, nihayet arabacı :

 -  Beyler!  Allah rızası için kurtarın beni... Sizde erkeklik yok mu? Bu kadar adam bir kişiyi dövüyor da karı gibi seyre mi bakıyorsunuz?

 Deyince, Tahir, arabacının üstüne çöküp suratına rasgele  yumruk vuran birini omuzundan  yakalayıp ayırmak ister. Bunu gören arkadaşlarından biri Tahir’e bir yumruk savurur. Yumruk boşa gider, fakat Tahir’inki  boşa gitmez.  Demir ağırlığındaki  ufacık ellerinin ağırlığı bir çekiç sertliği ile taarruz edenin ağız burun nahiyesine inince adam olduğu yerde sabun köpüğü gibi söner.

 Sekiz saldırma birden fora edilir. Tahir’in bir parmağı avucuna düşer. Ondan sonra dövüş başlar.  Tahir, etrafını saran sekiz kişinin  ortasında bir gülle gibi kah birine atılarak, kah ötekine saldırma tersi ile devirerek, kah bir başkasının  budundan şişleyerek amansız bir çarpışmaya girişir. Bütün çayır halkı  koşuşurlar... Bir tarafta sekiz kişi... Diğer tarafta tek bir adam!

 Saldırmaların indiği zaman çıkan hınk sadasından  başka bir şey işitilmez. Dövüşenlerin arasına girmeye cesaret edemeyenler  “Polis! Zaptiye!”  diye bağırmağa  başlarlar. Fakat her zaman olduğu gibi  bir türlü zabıta zamanında yetişmez.

 Suyolcu Mehmet, kavgaya girişmeğe  lüzum bile görmez. Çünkü Tahir,  kavgacılardan beşini çarpışma dışı yapmıştır.

 Daire şeklinde toplanarak bu kanlı dövüşü seyredenler, artık feryadı keserler, gözleri hala çöplükte kalan ihtiyar horozlar gibi bazı yaşlı kabadayılar:

 -  Yaşa be tosunum!..

 Diye taktir cümleleri ile Tahir’i alkışlarlar.

 Bir kenarda bu inanılmaz manzarayı alık alık seyreden arabacı, kendisini dövenlerin   sapır sapır döküldüklerini gördükçe:

 -  Vur beyim vur! Bakma gözlerinin yaşına... Saldırmalarınız ne oldu?

 Diye bağırmağa başlar.

 Sekiz kişiden arta kalan üç kişi, Tahir”in bıçağını yememek için kaçmaktan başka çare kalmadığını görünce:

 -  Savulun!

Naraları ile çemberi yararlar. Dövüşü seyredenlerin:

 - Yuha!

 Sadaları içimde her biri bir tarafa dağılır.

 Yine her zaman olduğu gibi dövüş mayna olduktan sonra kol gelir. Polis:

 -  Ne oldu? Nedir?

 Beş yaralı bir ağızdan Tahir”i göstererek:

 -  Bu adam bizi vurdu. Davacıyız.

 Derler. Polis:

 -  Neden vurdu? Durun bakayım, anlayalım.

 Deyince Tahir sol avucunu açar. Ancak sinirlerinden tutan kan içinde orta parmağını göstererek:

 - Parmağımı saldırma ile kestiler.

 Cevabını verir. Oradakiler:

 -  Polis Efendi. Sekiz kişi saldırmalarla bu delikanlının üzerine hücum ettiler, oda kendini müdafaa  etti.

 Polis şaşırır:

 - Ne söylüyorsunuz yahu! Bir adam sekiz kişiye karşı kendimi müdafaa edeceğim diye hepsini yaralıya bilir mi? Baksana beşi dekan revan içinde kalmış. Sekiz kişinin üçü nerede?

 Tahir:

 -  Galiba kaçtılar.

 Der. Sonra.

 - Allah rızası için şahitlik etmek isteyen var mı?

 Sualine kavgayı izleyen yirmi kişi şahit yazılır.

 Polis:

 -  Karakola kadar gidelim.

 Der, dayak yiyen arabacı:

 -  Ben beyimi yürütür  müyüm?  Buyur polis efendi. Araba ile gidelim.

 Suyolcu Mehmet, Tahir, polis arabaya binerler. Polis maliyetindekilere:

 - Siz de şu beş kişiyi bir arabaya doldurun. Bizi takip edin.

  Emrini verir. Suyolcu Mehmet:

 -  Polis efendi.  Evvela bir eczahaneye  uğrayalım. Tahir Beyin parmağı fena...

  Araba süratle en yakın eczahaneye uğrar. Tahir’in eli sarılır. Beş mecruhunda  yaraları yıkanır, sarılır.

 Şahit yazılanlar da  arabalarına atlayarak cumhur cemaat  karakola dayanırlar.

 Komiser,  bu araba dolusu yaralıları görünce hayret eder:

 -  Ne oluyor yahu?..  Patlıcan muharebesinde şehit mi düştünüz? Bu hal ne?!

 Polise sorar:

 -  Ömer efendi, nedir  bu?

 -  Çayırda çarpışma oldu efendim.

 Komiser, bu kısa malumat  üzerine parlar:

 - Yahu! Nedir  bu rezalet... Sizin şerrinizden ümmet’i  Muhammet bir gün gezmeğe gidip eğlenemesin mi?

 Suyolcu Mehmet:

 - Komiser Bey. Meseleyi  evvela tahkik edin. Sonra hiddetlenin...

 -  Ne tahkiki canım?  İşte meydanda...İçmişler, içmişler,  sonra da bıçak bıçağa gelmişler.

 - Değil beyim, öyle değil...

 -  Öyleyse sen söyle bakalım...Nasıl oldu?

 Bu sefer arabacı atılır:

 -  Ben anlatayım beyefendi. Kavga benim yüzümden çıktı. Efendim, bunlar bana bir meseleden ötürü içerlemişler. Ben de beyleri  Çırpıcı’ya  götürürken yolda bana rastladılar, küfüre  başladılar, ne rahmetli anam kaldı, ne babam... Bununla da kanmadılar, beni ( Napolyon )  dan al aşağı ettiler. Sekizi birden üstüme çöktü. Öldüresiye vuruyorlar... Ne yapayım?  “Can kurtaran yok mu?”  diye bağırdım. Allah tuttuğunu kolay getirsin, beyefendi hemen arabadan atladı, üstüme çullananlardan birini çekeyim dedi.  Vay efendim ...  Sen misin bunu yapan?  Sekizi birden beni bıraktılar, ona saldırdılar. Ellerinde koca saldırmalar... O da Seyid Battal Gazi gibi bunları bu hale koydu.

 Komiser:

 -  Ona yardım eden kimse yok muydu?

 Dedi. Arabacı :

 -  Yaradan Kibriya hakkı için bir başına hepsini hakladı. Kumsar bey, vurdu mu, yaralıyor.

 Şahitlerin ifadesi alındı, zabıtlar tutuldu, fezleke yapıldı, iş mahkemeye düştü.  O zaman Ceza Hakimi Hamid  Beydi, kabadayıları severdi, tulumbacılara sordu:

 -  Davacı mısınız? Yoksa dava edilen misiniz?

 -  Davacıyız Reis Bey!

 Dediler. Hamid Bey, hayretini saklamadı:

 - Sekiziniz de mi davacısınız?

 Tulumbacılar:

 -  Evet, dediler, hepimizde davacıyız, bu adam bizi dövdü, yaraladı.

 Hamid Bey:

 -  Utanmaz mısınız?  dedi.  Sekiz babayiğit bir adamdan nasıl dayak  yediniz?  Birde sıkılmadan buraya gelip   “dayak yedik” diyorsunuz.

 Sonra Tahir’e döndü:

 -  Bey oğlum, dedi, bunları sen mi bu hale koydun?

 -  Ben bir şey yapmadım efendim.

 -  Nasıl bir şey yapmamışsın. Baksana tabip raporlarına... Hepsi mecruh. Hem de  kaba  etlerinden.

 Tahir gülmemek için dudaklarını ısırdı.

 - Reis Beyefendi, dedi. Ben yapayalnız, aciz bir adamım, onlar sekiz kişi... Ben bu sekiz kişiyi nasıl vurabilirim?

 Hamid Bey:

 -  Evet... Biraz  acayip ama... Vak’a  meydanda.

 -  Efendim. Bunlar bigünah bir adamı öldüresiye dövüyorlardı, bende kurtarmak  istedim, bana hücum ettiler, parmağımı kestiler.

 - Sonra?

 -  Sonra  hepsi birbirlerine girdiler. O gürültü arasında ellerindeki saldırmalarla birbirlerini yaraladılar.

 Hamid Bey, tekrar tulumbacılara döndü:

 -  Bak, ne diyor? Birbirinizi yaralamışsınız. 

 -  Hayır efendim. Bizi hem dövdü, hem yaraladı.

 Sıra  şahitlere geldi. Başta Suyolcu Mehmet  olduğu halde hepsi Tahir’in lehinde şahadet  ediyorlardı, hatta bazıları mahkeme huzurunda olduklarını unutarak  vak’ayı  öyle ballandıra ballandıra  anlatıyorlardı ki,  neredeyse Hamid Beyin bile kalkıp  Tahir’in elinden öpeceği geliyordu.  Şahitlerden  biri:

 - Reis Beyefendi, Allah bu delikanlıyı anasına, babasına  bağışlasın... Siz onu burada değil, bu sekiz kişinin ortasında görmeliydiniz. Bir  oraya sekiyor, bir ötekine saldırıyor. Hepsini alimallah  çil yavrusu  gibi dağıtıyordu, eğer o olmasaydı zavallı arabacının ölüsünü sereceklerdi, diyordu.

 Bir iki celse sonra mahkeme bitti.  Tulumbacılar altışar aya, Tahir de bir haftaya mahkum edildi.

 Mahkemeden çıktıkları zaman Tahir tulumbacılara:

 -  Parmağımı hanginizin kestiğini bilmiyorum, bunu öğreneceğim. Onun bir parmağa bedel bileğinden bir elini keseceğim.

 Dedi. Hiç birisi cevap vermedi. Birkaç gün sonra Mengene tulumbasını himaye eden Kazaskerin  Haydar geldi:

 - Tahir Bey, dedi, Çırpıcı işi için  ara bulmağa geldim.

 -  Tahir:

 - Dur bakalım, yatalım,  çıkalım da sonra düşünürüz.

   Haydar:

 - O iş başka, bu iş başka ... Bunlar bir cahillik etmişler, sende mahkemeden çıkarken söylenmişsin.

 - Söylenmedim, söyledim.  Parmağımı keseni çolak yapacağım, dedim. Hem de yapacağım.

 - Vazgeç Tahirciğim. Benim hatırım içim onları affet.

 - Affedecek bir şey yok ki...  Ona bakarsan onların beni affetmesi  lazım.  Zira ortada hırpalanan onlar oldu.

 -  Her ne hal ise... Ben hepsini getireyim, elini öpsünler.

 - Öyle olsun.

 - Yarın akşam Sandıkburnuna  beraber gideriz, onlarda oraya gelirler.

 - Bana kalırsa bunu dört beş ay sonraya bırakalım. Daha gireceğiz, çıkacağız ...  ne olacağı belli olmaz.

 - O başka mesele, hele aradan şu husumet kalksın.

   Tahir, Haydar’ı  sever ve ona hürmet ederdi, muvafakat etti. Direkler arasında buluştular. Kumkapıya  doğru yollandılar.  “Vakt-i kerahet”  gelmişti.  Sandıkburnunun salaş binasından girdiler. Bir köşede üç masa birleştirilmiş, biri balık, biri meyve, diğeri de çeşitli mezelerle donanmıştı.

Çırpıcı çayırı kahramanları  hep oradalardı.  Hepsi yabanlık elbiselerini giymişler, fakat yine de muhitin modasına sadık kalmışlardı. Siyaha yakın vişne çürüğü, sıfır kalıp fesler, büzmeli mintan, yenleri kıvrık kısa siyah ceketler, yardan ayrıldım biçimi camadanvari  yelek, sakız kuşağı, bol paçalı pantolon, yumurta ökçeli papuçlar...

 Haydar’la  Tahir”i görünce hep birden ayağa kalktılar.

 Tahir:

 -  Merhaba arkadaşlar! dedi.

 -   Merhaba beyim, hoş geldiniz...

 Tahir”le Haydar baş köşeye geçirildi. Resmi takdimi Haydar yaptı:

 -  Burada gördüklerin ( Mengeneli ) dirler. Şu gördüğün iriyarı delikanlı Fil Ahmet”tir. Muşlide ön takım alır... Yanındaki Ayvansaraylı  Talat”tır.  Şu iki esmer çocuk da Hasanla Hüseyin... Kıyak arkadaştırlar. Yüklendikleri zaman Ahmet’le  Talattan başkası dayanamaz, kapaklanır... Şu yan yana oturanlarda borucu Vasıf’la  Çakır Ramiz’dir.

 Tahir hafif bir tebessümle:

 -  Teşerrüf ettik...

 Dedi. Tulumbacılardan biri:

 - Beyim, dedi, fiyangolu  laf etmesini bilmeyiz ama sizinle fena bir işle tanıştık.

 Haydar:

 - Geç Sami! dedi. O bahsi açma artık...

 Sami:

 -  Demem o deme değil  Haydar ağabey... Haniya diyecektim ki ...

 -  Demesen daha iyi edersin.  Aranızda bir şey geldi  geçti.

 - Haklısın... Ama Tahir Beyi  bir akşam koğuşa davet edelim.

 Tahir:

 - Hay hay, dedi, ne vakit isterseniz gelirim.

Sami’nin  arkadaşı:

 - O akşam bir yerde yangın olursa yok mu haniya?

 Tahir:

 - Yangın olursa hepiniz uçarsınız. Ben orada yalnız mı kalacağım?

 - Olur mu imanım? Bizim ağanın iki tane rahvanı var. Haydar ağabeyle  beraber tulumbanın arkasından gelirsiniz.  Allah inandırsın. Bir gün Hocapaşalılarla   tutuştuk.Tepeliği görmelisin... Mübarek yağ gibi kayıyor. Reis de iyi  kolluyor ha... Elli adımda takım değiştiriyoruz.  O günde aksi gibi Çingene Hüsnünün  ayağını cam kesmişti. Takım eksik kaldı...

 Sami coştu. Olduğu yerden ayağa kalktı:

 - Tahir Beyciğim! dedi, şu fil Ahmet”i görüyor musun? Hem kendi takımını koşuyor, hem de Hüsnü’nün takımını tamamlıyor.  Bana mısın demiyor alimallah... Hocapaşalıları geçtik. Borucu onlara bir hampir çekti. Aksarayda  kahvelerde adam kalmamış. Hepsi fırlamışlar... Reis  “ Ulan borucu salla narayı!” dedi. Beriki de bir fiyakalı nara koyuverdi. Nara biter bitmez ben dayanamadım, sandığa bir kütlettim... Bütün halk  “Yaşa!” diye bağırdılar.